4 Temmuz 2009 Cumartesi

Geceleyin

Gömülmek geceye. Bazan düşüncelere dalmak için baş eğilir ya, işte öyle, düpedüz gömülmüş olmak geceye. Çepeçevre insanlar uyumaktadır. Ufak bir oyunculuk, masum bir kendini aldatış, sanki evlerde uyumaktadırlar, sağlam yataklarda, sağlam çatılar altında, döşekler üzerinde boylu boyunca uzanmış ya da büzülmüş,çarşaflar içinde,yorganlar altında, gerçekte biraraya gelmişlerdir, o bir vakitler ve sonraları olduğu gibi çöl bir yerde,açıkta bir konak,sayılamıyacak kadar insanlar, bir önder, bir kavim, soğuk bir gök altında, soğuk topraklar üzerinde, önce ayakta, şimdi savrulmuş yerlere, alınırlar kollar üzerine bastırılmış, yüzler yere doğru, sakin soluyarak. Ve sen uyanık durursun, nöbetçilerden birisin, yanıbaşındaki çalı çırpı yığınından yanan bir odun parçasını sallıyarak sana en yakınını bulursun. Neden uyanıksın? Birinin uyumaması gerekiyor işte. Birinin olması lazım.

Franz Kafka

Önemli Olan Burada Kimin Yaşadığı Değil

Önemli olan burada kimin yaşadığı değil
kimin öldüğü
ne zaman öldüğü değil
nasıl öldüğü
büyük insanların tanınmışları değil
adı sanı duyulmadan ölenleri önemli
ülkelerin tarihleri değil
insanların yaşamları önemli
masallar düşlerdir
yalanlar değil
ve insanlar değiştikçe
gerçeklerde değişir
ve gerçekler durağanlaştığında
işte o zaman insanlar ölecekler
ve
böcek, ateş
ve seller
gerçek olacaklar...

Charles Bukowski

Ölüme Dair

Buyrun, oturun dostlar,
hoş gelip sefalar getirdiniz.
Biliyorum, ben uyurken
hücreme pencereden girdiniz.
Ne ince boyunlu ilâç şişesini
ne kırmızı kutuyu devirdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
başucumda durup el ele verdiniz.
Buyrun oturun dostlar
hoş gelip sefalar getirdiniz.

Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?
Osman oğlu Hâşim.
Ne tuhaf şey,
hani siz ölmüştünüz kardeşim.
İstanbul limanında
kömür yüklerken bir İngiliz şilebine,
kömür küfesiyle beraber
ambarın dibine...

Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı
ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız
simsiyah başınızı.
Kim bilir nasıl yanmıştır canınız...
Ayakta durmayın, oturun,
ben sizi ölmüş zannediyordum,
hücreme pencereden girdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
hoş gelip sefalar getirdiniz...

Yayalar-köylü Yakup,
iki gözüm,
merhaba.
Siz de ölmediniz miydi?
Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp
çok sıcak bir yaz günü
yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?
Demek ölmemişsiniz?

Ya siz?
Muharrir Ahmet Cemil?
Gözümle gördüm
tabutunuzun
toprağa indiğini.

Hem galiba
tabut biraz kısaydı boyunuzdan.
Onu bırakın Ahmet Cemil,
vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan,
o ilâç şişesidir
rakı şişesi değil.
Günde elli kuruşu tutabilmek için,
yapyalnız
dünyayı unutabilmek için
ne kadar çok içerdiniz...
Ben sizi ölmüş zannediyordum.
Başucumda durup el ele verdiniz,
buyrun, oturun dostlar,
hoş gelip sefalar getirdiniz...

Bir eski Acem şairi :
"Ölüm âdildir" - diyor, -
"aynı haşmetle vurur şahı fakiri."

Hâşim,
neden şaşıyorsunuz?
Hiç duymadınız mıydı kardeşim,
herhangi bir şahın bir gemi ambarında
bir kömür küfesiyle öldüğünü?...

Bir eski Acem şairi :
"Ölüm âdildir" - diyor.
Yakup,
ne güzel güldünüz, iki gözüm.
Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir...
Fakat bekleyin, bitsin sözüm.
Bir eski Acem şairi :
"Ölüm âdil..."
Şişeyi bırakın Ahmet Cemil.
Boşuna hiddet ediyorsunuz.
Biliyorum,
ölümün âdil olması için
hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz...

Bir eski Acem şairi...
Dostlar beni bırakıp,
dostlar, böyle hışımla
nereye gidiyorsunuz?

Nazım Hikmet

2 Temmuz 2009 Perşembe

Şair Kemal Özer, geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti. 74 yaşındaki Özer, İkinci Yeni akımıyla başladığı şiir serüveninde toplumcu gerçekçiliğe yönelmiş, sayısız özgün eser vermişti.



Kemal Özer (1935-)
Babası demiryollarında çalışan bir makinist olan Kemal Özer, İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü’ne devam etti ancak tamamlayamadı. Kim ve Varlık dergileriyle Cumhuriyet gazetesinde düzeltmen olarak çalıştı. Ardından yayıncılığa başlayarak Uğrak Kitapevi’ni kurdu. 1965-70 arası ‘a’, 1972′de ise ‘Yeni a’ dergilerinin yayın kurulunda bulundu. 1983 ile 1990 yılları arasında Varlık dergisinde genel yayın danışmanlığı yaptı.

İlk şiirleri, Ankara’da bulunduğu 1951′li yıllarda, ‘Harika’ dergisinde çıktı. Kemal Özer’in, aynı yıllarda ‘Seçilmiş Hikayeler’ ve ‘Dönem’ dergilerinde hikayeleri yayınlanmış olsa da Kaynak, İstanbul, Şairler Yaprağı, Yenilik, Pazar Postas veı a dergilerindeki şiirleriyle edebiyat camiasında adından söz ettirmeye başladı. Şiirdeki ilk yıllarında modernist bir akım olan ‘İkinci Yeni’nin şair ve yazarlarını biraraya toplayan ‘a’ dergsinin kuruluşunda yer alarak biçimci ve kapalı bir anlayış oturtan Özer, daha sonraki yapıtlarında toplumcu gerçekçi bir çizgi izleyerek güncel ve toplumsal konulara yöneldi.

Sevda, barış, özgürlük temalarını ele alarak evrensel bir kimlikte yaşanan güncel olaylara tanıklık ve sorgulama egemendir.

Aldığı ödüller

1976 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü: Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya
1982 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü : Kimlikleriniz Lütfen
1991 Yunus Nadi Şiir Ödülü : İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle
1993 Ferit Oğuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülü:Bir Adı Gurbet
1999 Damar Dergisi Edebiyat Emek Ödül
2000 Truva Kültür ve Sanat Ödülü
2001 Dionysos Şiir Ödülü

Şiir kitapları

Gül Yordamı (1959)
Ölü Bir Yaz (1960)
Tutsak Kan (1963)
Kavganın Yüreği (1973)
Yaşadığımız Günlerin Şiirleri (1974)
Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya (1975)
Geceye Karşı Söylenmiştir (1978)
Kimlikleriniz Lütfen (1981)
Araya Giren Görüntüler (1983)
Sınırlamıyor Beni Sevda (1985)
İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle (1990)
Bir Adı Gurbet (1993)
Oğulları Öldürülen Analar (1995)
Onların Sesleriyle Bir Kez Daha (1999)

Toplu basım şiirler

Çağdaş ve Boyun Eğmeyen (1985)
XX. Yüzyıldan Duvar Kabartmaları 1-2 (2000)

Öykü kitabı

Baba ile Kız (1999)

Deneme kitapları

Umut Edebiyatı Yedi Canlıdır (1992)
Acı Şölen (1992)
Gün Olur Söze Yazılır (1992)
Yaşadığımız Günlerin Yazıları (1996)
“Benim Ellerimi Al, Benim Gözlerimi Kullan” (1999)
Bendeki Görüntüler (2000)
Şiiri Sorgulayan Yazılar (2000)

Anı kitabı

İkinci Yeni’den Toplumcu Şiire (1999)

Gezi kitapları:

Güldeki Şafak (1979)
Düşmanı Kardeş Yapmak (1994)

Günlük kitapları

Tanık Günler 1 (1993)
Tanık Günler 2 (1994)
Gölgeden Güneşe ( 1999)

Çocuk kitapları

Nasrettin Hoca (1975)
Tatil Köyünün Çocukları (1981)
Trenler Ne Güzeldir ( 1983)
Dünya Onlarla Daha Güzel (1992)
Şiirlerle Ezop Masalları (1993)
Çiçek Dürbünü (1994)
Şiirlerle Andersen Masalları (1995)
Sinemayı Seven Çocuk (1997)
Sorulardan Bir Gökkuşağı (1999)
Güneş Arkasına Baktı (2000)

Derleme kitapları

Soruların Gündeminde (1995)
Oradaydım Diyebilmek (1995)
Eleştirilerin Gündeminde (1999)
Sanatçılarla Yazışmalar 1 (1999)
45. Sanat Yılında (2000)

Söyleşi kitabı:

Sanatçılarla Konuşmalar (1979)

Antoloji kitapları

Şiirlerle İstanbul (1992)
100 Şiir (1995)
Dünden Bugüne Türk Şiiri (Asım Bezirci’yle, 2002)

Çeviri şiir kitapları
Haydut Otu (Lubomir Levçev’ten Fahri Erdinç’le, 1979)
Benimdir Bu Dünya (Georgi Cagarov’tan Fahri Erdinç’le, 1982)
Kurşun Asker (Lubomir Levçev’ten Fahri Erdinç’le, 1984)
Temiz Yürekle (Attila Jozsef’ten Edit Tasnadi’yle, 1986)
Zamanın Sözü (Nicolae Dragoş’tan Erem Melike Roman’la, 1989)
Zambak ve Gölge (Federico Garcia Lorca’dan Gülşah Özer’le, 1990)
Sevdiğime Seslenir Gibi (Pablo Neruda’dan Sibel Özbudun’la, 1992)
Suskun Sesler (Romen kadın ozanlardan Ergin Koparan’la, 1992)
Kuşlar Havalanıyor Yüreğimden (Sara Mathai Stinus’tan Gülşah Özer’le, 1997)
Köpüklenen Gök (Miklos Radnoti’den Edit Tasnadi’yle, 1997)
Granit Destanı (Lıçezar Elenkov’tan Ömer Çandır’la, 1997)
Bir Yıldızdı Taşıdığım (Lubomir Levçev’ten Gülşah Özer’le, 1999)

25 Haziran 2009 Perşembe

Modern Tin



Modernleşme kurtuluştur — geleneksel olandan. Modernleşme Dünya Tininin gerçek, ereksel Biçimine doğru gelişmek için geleneksel olana bağlı değersiz ve anlamsız kültürlerden, onları sürdüren despotizmden ve boşinançtan Özgürleşme, Ussallaşma, Uygarlaşma sürecidir. Modernleşme — ussal olana doğru sürekli Yenileşme — Tinin değişiminin Gerçeğidir, ve gelenekselin değişimi onda örtük olanın, onda kendinde olanın kendini ortaya koymasıdır. Modern olan geleneksel olandan doğar. Ama bunun anlamı ilkin modernin ve gelenekselin, yeninin ve eskinin ayrılmaz birliktelikleridir: Modernleşme bir Oluş Sürecidir. Çelişkinin çözümü değil ama sürmesidir. Onda hiçbirşey tamamlanmış değildir, çünkü Oluştadır. Onda hiçbirşey gerçek, sağlam, kalıcı değil, tersine yanlış, geçici, yiticidir, çünkü Oluştadır. Onda herşey yenidir, ve aynı zamanda ortaya çıkar çıkmaz eskir. Onda herşey eksiktir ve hiçbirşey henüz gerçekliği içinde, Kavramı içinde olduğu gibi değildir: Hak, Ahlak, Törellik; Birey, Toplum, Devlet; Güzel Sanatlar, İnanç ve Bilgi — bütün bir dünyanın, insanın, genel olarak kültürün biçimi. Onda herşey yalnızca değişmekte, kendisi olarak yitmekte ve kendi başkası olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nihilizm, kalıcı olamamanın, salt akıcı olmanın, arı değişimin bu değersizliği eşit ölçüde geçici modern bilinç biçimlerinin nihilizminden, hiçliğinden sorumlu olan şeydir.

Herşey akıştadır — Klasik olanın, Logosun dışında. Klasik olanın Zaman ile bir işi kalmamıştır, çünkü idealdir. Eskimez, yeni olmayı önemsizleştirir. Biçimde erişilen sonsuzluktur. Klasik Helenik Tin insan doğasının Bilgide, Özgürlükte ve Güzellikte gerçek açınımının karakterini sergilediği düzeye dek, Dünya-Tinine Tarihin ereksel-ussal sürecinde ilerlemenin gerçek yönünü gösterdiği düzeye dek insanlığın bütününün büyük öğretmenidir

Gene de bu süreç, eğer gerçekten süreç ise, hedefsiz bir akışkanlık, “hiç sonlanmayan” bir kötü sonsuz değildir. Bir Özgürlük, eş deyişle bir Zorunluk süreci, Ereğinin saltık denetimindeki bir İstenç sürecidir. Bir Gelişim Sürecidir. Gelişim salt değişim uğruna değişim değil, ama ussal-ereksel değişimdir; ve burada değişim değişmeyenin, yaşamayanın, geleneğin ortadan kalkışıdır. Tinin ereksel gelişimi için gereken tek şey Özgürlüktür. Modern Dönemi onu önceleyen bütün bir ön-Modern Dönemden ayıran, bütün bir Tarihi ikiye bölen muazzam ayrım evrensel Özgürlük Kavramının bilincinin doğmuş olmasıdır. Bu biricik gerçek törel bilinç bireyin ve toplumunun entellektüel, etik ve estetik olarak yetenekli olduğu herşey olması için, Bilim için, Ahlak için, ve Güzellik için, ya da bu üç öğenin özeti olan Uygarlık için biricik koşuldur. Uygarlık Kültürün tamamlanışıdır.

Modern olan henüz olmamış olandır — henüz oluşta olan, oluşur oluşmaz yok oluşa geçen, salt eskime uğruna yeni olandır. Modern değişim Gelişim sürecine ait ve böylece ereksel-ussal olabilir. Ama pekala salt yenilik uğruna yenilik de olabilir: Salt MODERNLİK ile ayrım içinde, MODERNİZM özellikle ve bile bile idealsiz, ereksiz, anlamsızdır, niçin ve neye değiştiğini bilmeyen, anlamayan o Değişim uğruna Değişimdir. Salt ‘farklı olma’nın anlamı bilinçsiz bir Modernizmdir.

Gelişimin kaynağının, enerjisinin, ereğinin insan doğasının kendisi, onun kendi ussal özü olduğu düzeye dek, insanın şimdiki bilgisizliği, duyunçsuzluğu, çirkinliği onun Gelişimini çürüten, onu aşılmaz bir kültürel-çoğulculuğa teslim olmaya zorlayan etmenler değildirler. Bunlar yalnızca onun varoluşunun geçici basamakları ya da aşamalarıdırlar. Saçma kültürel biçimler olarak, çirkin gelenekler olarak, çürümüş kökler olarak yazgıları ortadan kalkmaktır; en iyisinden güdük Türe, Erdem, Özgürlük biçimleridirler, insanın özsel olarak ussal, moral, ve estetik gizilliği karşısında daha şimdiden hiçtirler. Modernleşme insanın gerçekte olabileceği gibi olması sürecidir, çünkü onda değişimi, yenileşimi, gelişimi engelleyecek hiçbir etmen yoktur. Onda gelişmemek, değişmemek, yetersiz, değersiz, önemsiz bilinç biçimleri üzerinde kuluçkaya yatmak erdemsizliktir. Onda Ahlak için Kutsal Yazıların yerini İyinin ve Doğrunun gerçek yargıcı olarak, gerçek Erdemin ve gerçek Mutluluğun belirleyicisi olarak özgür Duyuncun kendisi alır. Modern toplum Yurttaş Toplumudur, ve kendinde ussal İstencin kendini sınırsızca anlatma olanağı olduğu düzeye dek, Türe için bir “Gerek” değil, ama Varlık alanıdır. İnsan varoluşunun anlamının burada ve şimdide gerçekleşmesi için özgür duyuncun ve istencin ussal Eylem alanıdır.

İdeal olan tarihsel değildir. Klasik olandır, tanrısal eksiksizliği içinde dingin kalan, Zamanı tanımayandır. Tarihsel olan ise ortadan kalkmayı isteyen, yitici olan, ama yitişinin kendisinde değişimin, yenileşmenin, gelişimin kendini tüketen gerecidir. Ancak bu kesintisiz akışkanlık insanın kendi gizilliğini, insan doğasının bütün bir entellektüel, etik ve estetik içeriğini ortaya serme olanağını sunar. Modernleşme onda hiçbir üyenin ayık olmadığı bir Bakhüs şenliğidir. Orada erdem ayakta kalmak değil ama düşmektir, sürmede direterek taşlaşmak değil ama akışkan ve plastik olmaktır, öyle ki Tinin her bir şekli daha yeni ve daha ayık bir Tin olarak yeniden doğabilsin. Usdışının bakış açısından, Dünya Tarihi belirlenimsiz, kaotik bir evrende salt yineleyen nedensiz ve anlamsız bir olaylar türlülüğü, gelişmeyen bir çok-kültürlülüktür. Usun bakış açısından, Tarih estetik Duyu olarak, etik Duygu olarak ve bilen Düşünce olarak Dünya-Tininin kendini geliştirme ve gerçekleştirme Eylemidir. Ve Eylem Özgürlük demektir. Varoluşu, İnsanın kendisini Kopyanın Kopyası olarak aşağılayan nihilizme karşıt olarak insan varoluşunun Gerçeğin Gerçeği olduğunu, çünkü Özün Varoluş ile bir olduğunu, Görüngünün kendisinin Gerçek olma sürecinden başka birşey olmadığını ileri sürmeliyiz. Çünkü apatik, anestetik ve irrasyonel postmodern çökkünlük tini ile karşıtlık içinde, insanın Özü kendini etikte, estetikte ve düşüncede öylesine sonsuz Görüngülerde anlatmaya yeteneklidir ki, sonsuz bir kopya olarak kopyası olduğu kopyanın kendisinin sonsuz olduğunu tanıtlar. Ama sonsuz Kopya Asıldan başka birşey değildir.